Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا
وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ.
''Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!'' *1
Bütün kainatta bir düzen ve bir nizam vardır. Bu nizam içerisinde yaratılan varlıklar, boşuna yaratılmamış, herbiri bir gaye ve hikmetle yaratılmıştır. Bu varlıkları dört gruba ayırmak mümkündür:
1-Cemâdât (Cansız Varlıklar):
Bunlar kâinatın alt yapısıdır. Herbirinin atomlarında, ne için yaratılmışlarsa onu yapan bir nizam vardır. Bu varlıklar; akıl ve şuur sahibi değildirler.
2- Nebâtat (Bitkiler):
Allah, sayısız bitki yaratmıştır. Bunların hücrelerinde verilen görevi yapma özelliği vardır. Herbiri bir derde deva için yaratılmıştır. Akılları ve şuurları yoktur.
3-Hayvanât (Hayvanlar):
Bunlar, akıl ve şuur sahibi değildirler. DNA'larında görev kodları vardır. Allah, bu üç varlığı insana hizmet için yaratmıştır. Âyet'te:
هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ.
''O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı...'' *2
4- İnsan:
Eşref-i Mahlûkat'tır. Akıl ve şuur sahibidir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran üç temel özellik vardır:
a- Akıl: İman etmeyi gerektirir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır:
رَّبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلإِيمَانِ أَنْ آمِنُواْ بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الأبْرَارِ.
''Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, 'Rabbinize inanın!' diye imana çağıran bir davetçiyi (peygamber'i, Kur'an'ı) işittik, hemen iman ettik...'' *3
b- İrade: Hakk'ı seçmeyi gerektirir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ.
''Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi? Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi?'' *4
c- Sorumluluk: Kulluk yapmayı gerektirir. Âyette :
الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ.

Bunları da beğenebilirsiniz

BİR DEMET DUÂ 2 #wattys2016
Huzur_secde tarafından
9.7K 2.5K

Yazarlarla Röportaj (İslami)
MelikeSelen9 tarafından
7.9K 706

~ VE MASUMİYET ŞİARIMIZDIR ~
KalbiMahzun tarafından
5.7K 1.3K

Genç Kelâm
Gencinkelami tarafından
3.7K 1.1K

İslam Davetçilerine
KalbiMahzun tarafından
1.6K 397

''O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.'' *5
Allah, insanı yeryüzünün halifesi olarak yaratmış, akıl gibi büyük bir nimet vermiş ve ona iki de yol göstermiştir. Bu yollar:
a- Hak Yol: Rahman'ın yoludur. Doğruya, iyiye, faydalıya ve adalete götürür. Cennete ulaştırır. Bu, İslâm'dır.
b- Bâtıl Yol: Şeytan'ın yoludur. Yanlışa, kötüye, zararlıya, ve zulme götürür. Cehenneme ulaştırır. Bu da, İslâm'ın dışındaki bütün yollardır.
İnsan, iradesiyle bu yollardan birini seçme hürriyetine sahiptir. İsterse Hak yolu seçer, dünyada da âhirette de saadete ve mutluluğa ulaşır. İsterse Bâtıl yola tabi olur, dünyada da, âhirette de perişan olur.
وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ.
''Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edilenlerden olacaktır'' *6
Dâvâmız İslâm'dır. İslâm; hayatın ve hakikatin kendisi, huzur ve hürriyetin reçetesidir. İslâm; İnsanlığın, medeniyetin, saadet ve selametin tek rehberidir.
Kelime-i Tevhid (Lailahe illallah Muhammedün Rasûlullah), Hak yola, yani İslâm'a girişin ilk beyannamesidir.
Peygamberler, Tevhid inancının önderleridir. Her gelen peygamber, önceki peygamberleri tasdik etmiştir. Bunlara ''Silsiletü'l-Mutasaddikîn'' (Birbirlerini tasdik edenler silsilesi)denir. Peygamberler arasında çelişki yoktur.
Hakk'a tabi olmayan, Tevhid anlayışına sahip olmayan filozoflar ve felsefeciler birbirlerini yalanlamışlardır. İslâm alimleri, bunlara ''Silsiletü'l- Kâzibîn'' (Birbirlerini yalanlayanlar silsilesi) demişlerdir.
Kelime-i Tevhid, insan beyninde en büyük inkılaptır. Kelime-i Tevhid'in sosyal hayata yansıması ''Yaratılmışların hakkını Allah verir'' demektir.
Başkalarının hakkını yemek zulüm, hakkımızı yedirmek ise, zulme razı olmaktır. Halbuki Cenab-ı Hakk:
وَالَّذِينَ إِذَا أَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنتَصِرُونَ وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ وَلَمَنِ انتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِهِ فَأُوْلَئِكَ مَا عَلَيْهِم مِّن سَبِيل.
''Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar''...Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur'' *7 buyurmaktadır.
Resûlullah (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:
''Her kim zalime batıl bir davada, bir hakkı ortadan kaldırsın diye yardım ederse, Allah'ın ve Resûlünün himayesinden uzaklaşmış olur.'' *8
İki ilke vazgeçilmezdir. Bunlar:
a-Hukukun (Hakkın) üstünlüğü,
b-Nimet ve külfetin âdil paylaşımı.
Kelime-i Tevhid, bu iki ilkeyi teminat altına alır. Tevhid inancına sahip olan mü'minler olarak gayemiz, zulmü tanımak, tanıtmak ve paylaşımda adâleti sağlamak için çalışmalar yapmaktır. Çünkü iman; yeryüzünün hem imarına, hem ıslahına çalışmayı, hem de irfan anlayışına sahip olup, ibadet etmeyi gerektirir.
''Allah'a inandım de, sonra dosdoğru yürü!''
Hakikat sana teslim, imânından ötürü...
(N. Fazıl Kısakürek)
İmar: Yerzüzünün fiziki yapısını güzelleştirmektir. Diğer bir ifadeyle; yerzüzünde, insanın ömrünü huzurlu ve güven içerisinde geçirmesini sağlamaktır. Kur'ân-ı Kerîm'de:
هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ.
''...O (Allah) sizi topraktan meydana getirdi, sizi orada ömür geçirmeye (yahut imara) memur kıldı...'' *9 buyurulmaktadır.
İrfan: Kişinin, yaratılış gayesinin bilincine varmasıdır.
İbadet: Allah'ın razı olduğu her söz ve fiildir. İbadetler, insandaki Tevhid ve adâlet duygusunu geliştirir. Rüku', kabuldür. Secde, söz vermektir. Yani, ''Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceğiz'' demektir.
Fâtiha, bütün peygamberlerin ortak duasıdır.
İki çeşit insan vardır:
1- Müsbet İnsan: İman eden, müslümanca düşünen, müslümanca yaşayan, müslümanca mücadele eden, hak yemeyen, hakkını yedirmeyen, muhasebesini yapan. Görevini yaparsa rahat ve huzurlu, yapmamışsa rahatsız olur. Bunlara ''MUSLİH'' denir. Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ
''Halkı muslih (ıslah edici) olduğu halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helâk etmez.'' *10
Allah'a iman, insanı müsbet hâle getirir. Kur'an'ın ifadesiyle bu insan;''Hayru'l-Beriyye''dir.
''İman edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.'' *11
2- Menfi İnsan:
İman etmeyen, şirk ve fesat içinde olan,haksızlık yapan, zulme sapan, muhasebe yapan ama isyan ve tuğyanda eksik bıraktığına üzülen. Bunlara da ''MÜFSÎD'' denir.
Şirk ve fesat, insanı menfi hâle getirir. Yine Kur'an'ın ifadesiyle bu insan da; ''Şerru'l-Beriyye'' dir.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أُوْلَئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ.
''Ehl-i Kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.'' *12
Peygamberler, yeryüzünün ISLAHÇI'ları; yani, ISLAH hareketinin önderleridirler. Onların karşısında olanlar ise, yeryüzünün İFSATÇI'ları; yani, İFSAT hareketlerinin önderleridirler.
Hz. Nuh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. İsmail (a.s.), Hz.Mûsa (a.s.), Hz. İsa (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.) ISLAH'ın önderleridirler.
Nemrut, Firavun, Harût, Ebu Cehil ve benzerleri de İFSAD'ın önderleridir.
Hz. İbrahim (a.s.); Nemrut'un, Hz. Mûsa (a.s.); Firavun'un, Hz. İsa (a.s.); Harut'un ve Romalı tüccarların haksız düzenlerini, Hz. Muhammed (s.a.v.); Ebu Cehil'in fesadını bitirmek için ve ıslah için mücadele verdiler.
Muslihlerin iki ıslah prensibi vardır:
1- Allah'tan başka ilah yoktur. Hakları veren-alan Allah'tır.
2- Yeryüzünü adâletle ıslah etmek esastır.
Müfsitler genel olarak iki ifsadı yaparlar:
1- İlah anlayışını değiştirirler. ''Allah var ama, seni O'na kim götürecek?'' diyerek putları icat ettiler. Ya da insanları büyüterek, ilahlaştırdılar, putlaştırdılar.
2- "Bölüşüm eşit olmaz. Egemenle köle aynı olmaz" derler.
Bu sebepledir ki, ifsatçılar:
İlimde, yalan-yanlışı,
Ahlâkta kötüyü,
İktisatta zararlıyı,
Siyasette zulmü ortaya koyarlar.
İşte bu, ifsat'tır. Bunu yapanlar da müfsit'tir.
Kur'an bunlar hakkında şöyle buyurur:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ أَلا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِن لاَّ يَشْعُرُونَ.
''Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, 'Biz ancak ıslah edicileriz' derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.'' *13
Islah ve ifsad, fiilde, yani eylemde belli olur. İfsad edenler, günümüzde zulüm ve haksızlıkla insanlığı perişan etmişlerdir.
Davamız; yeryüzünde, DOĞRU'nun, İYİ'nin, FAYDALI'nın ve ADÂLET'in hakim olması mücadelesidir. Yeryüzünde, dini, dili, ırkı ve rengi ne olursa olsun; hiçbir insanın haksızlığa uğramasına, malına ve canına kastedilmesine razı olamayız. Bulunduğumuz yerde, gücümüz oranında; zulme, haksızlığa ve günaha engel oluruz. Zulme, haksızlığa ve günaha yardımcı ve ortak olmayız. Baskıya, dayatmaya ve haksızlığa karşıyız. Çünkü;
"Zalimlerden medet umanların nasibi, zillettir."
Yeryüzünde iki görüş vardır:
1-Hak Merkezli Görüş (Tevhîdî -Dayanışmacı Anlayış)
2-Kuvvet Merkezli Görüş (Tağûtî- Dayatmacı Anlayış).
Hak merkezli görüşün temsilcisi peygamberlerdir. Kuvvet merkezli görüşün temsilcisi ise firavunlardır.
Davamızı insanlara tebliğ eder, ama onları kabul etmeleri için zorlamayız: Çünkü Rabbimiz:
فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ.
''O halde (Resûlüm), öğüt ver.Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin'' *14 buyurmaktadır.
Yani, "Ey Muhammed! Sen onlara hatırlat, öğüt ver ve korkut. Sen ancak bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat olmuş bir zorba değilsin" *15
Ayette geçen ''Musaytir'' kelimesi, ''Ensesinden yapışıp götürmek'' demektir. Diğer bir ayette ise şöyle buyurulmaktadır:
وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لآمَنَ مَن فِي الأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا أَفَأَنتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُواْ مُؤْمِنِينَ.
''(Resûlüm!)Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için onları zorlayacak mısın?'' *16
İnsanları inanmaları için zorlamak, bu âyetlere terstir. Çünkü hidayet Allah'tandır.
''İslâm'ı tebliğde muhatabımız istisnasız bütün insanlardır. Öyleyse, görüşü ve görüntüsü ne olursa olsun, davamız herkese anlatılmalı, davet her kesime yapılmalıdır. Tebliğ ve davet bizden, hidayet Allah'tandır.''
(Prof. Dr. Necmettin Erbakan)
2- Müjdeleyip, nefret ettirmemelidir. Çünkü Resûlullah (s.a.v.):
''Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz'' *17 buyurmaktadır.
3- İnsanlara karşı merhametli, af ve müsamaha sahibi olmalıdır.
Mekke fethedilince Resulullah (s.a.v.)'in yaptığı ilk iş, Kâbe'yi putlardan temizlemek olmuştu. Namaz vakti gelince Hz.Bilâl Kâbenin damına çıkarak ezan okumaya başladı. Mekkeli Attâb b.Esîd, ezanı duyunca öfkeyle şöyle homurdandı:
- Allah'a şükür ki babam hayatta değil! Hiç olmazsa şu bayağılığı görmüyor. Namaz kılındıktan sonra Peygamberimiz (s.a.v.), Mekkelilere şöyle seslendi:
- Ey Kureyşliler! Şimdi size ne yapacağımı sanıyorsunuz? Mekkeliler:
- Senden iyilik bekliyoruz. Çünkü sen, merhametli bir kardeş ve temiz yürekli bir kardeş oğlusun, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):
- Ben de size Yusuf peygamberin kardeşlerine dediği gibi: ''Size bugün hiç bir sitem, hiç bir ayıplama yok. Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir" *18derim. Haydi gidiniz hepiniz hürsünüz'' buyurdu.
Bu sözler üzerine Mekkeliler, sevinç ve heyecanla coşmuştu. Biraz önce öfkesinden deliye dönen Attâb, herkesten önce ileri atılmış ve müslüman olduğunu haykırmıştı. Hatta Peygamberimiz (s.a.v.), Mekke'den ayırılırken Attâb'ı Mekke'ye vali tayin etmişti. *19
Halbuki Mekkeli müşrikler, peygamberimiz (s.a.v.) ile alay etmiş, ona hakaret etmiş, işkence yapmış, aç bırakmış ve onu öldürmek istemişlerdi. Bütün bunlara rağmen O, Mekke fethinden sonra bunları unutmuş ve onları affetmişti. Bu güzel davranış karşısında bütün Mekke halkı müslüman olmuştu.
4-Dava mensupları, birbirlerine karşı rıfkla muamele etmeli, birbirlerinin ayıp ve kusurlarını değil, iyilik ve faziletlerini öne çıkarmalıdır.
Rıfk Sözlükte; "yumuşak davranmak, iyi muamele etmek" anlamına gelir. *20 Söz ve işlerde nazik ve yumuşak huylu olmaya ''Rıfk'' denir. Karşılığı sertlik ve kabalıktır.
Allah, kullarının birbirlerine karşı yumuşak ve nazik davranmalarını, kabalık ve sertlikten kaçınmalarını ister. Kur'ân-ı Kerîm'de:
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ.
''İyilik ile kötülük bir olmaz. Kötülüğü iyilikle karşıla. Böyle yaparsan, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost gibi olur...'' *21 buyurulmaktadır.
İnsan, yumuşak davranmak sayesinde en güç neticeleri elde edebilir. Kaba, sert ve düşmanca davranmak yüzünden de ulaşılması kolay olan şeyleri de kaybeder. Peygamberimiz (s.a.v.):
''Yumuşak huyluluktan mahrum olan, her türlü hayırdan mahrum olur.'' *22 buyurmuştur.
Rıfk, ahlâkî bir güzelliktir. Rıfk sahibi olmak:
Kırıcı olmamak,
Öfkesine hâkim olmak,
Kaba ve sert davranmamak,
Nazik olmak demektir.
Peygamberimiz (s.a.v.):
''Yumuşak huyluluk nerede bulunursa onu süsler. Hangi şeyden de kaldırıp alınırsa ona ar ve utanma sebebi olur'' *23 buyurmaktadır.
„Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır."
(Atasözü)
5-Bütün görevler ve çalışmalar ''İHSAN'' anlayışı içinde yapılmalıdır.
İhsan kelimesi, iyilik mânâsına gelmektedir. Asıl anlamı ise, bir ibadeti, bir görevi en güzel ve kusursuz bir şekilde yapmaktır.
İhsan kelimesi, Kur'ân-ı Kerim'de 12 âyette geçmektedir. *24
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ.
''Allah, adâlet ve ihsanı emreder...'' *25 buyurulmaktadır.
Bir gün Cebrâîl (a.s.), Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelmiş ve O'na, İman, İslâm, İhsan ve Kıyâmet hakkında sorular sormuştu. Cebrâîl (a.s.)'ın „İhsan nedir?" sorusuna Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle cevap vermişti:
''İhsan, senin Allah'ı görüyormuş gibi, O'na ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, şüphesiz ki O, seni görmektedir.'' *26
Bütün ibâdetler, işler ve ahlâkî görevler, ihsan anlayışıyla yerine getirilmelidir. İnsan:
Namaz kılarken,
Oruç tutarken,
Ders verirken,
Ders dinlerken,
Fabrikada çalışırken,
Fakire sadaka verirken,
Ailesine karşı görevlerini yaparken,
Allah yolunda çalışırken, kendisini Allahın huzurunda hissetmeli,
Allahın, kendisini devamlı gördüğünü unutmamalıdır.
Sonuç olarak ihsân:
Yaptığı her işi ve görevi sağlam yapmaktır,
İyilik yapmaktır,
Allah'ı görüyormuş gibi ibâdet etmektir.
Allah, ihsan sahiplerinin âhirette ulaşacakları mertebeleri bir çok âyette müjdelemiştir.
وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ.
''İyilik ediniz, çünkü Allah, iyilik ve ihsanda bulunanları sever.'' *27
وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ .
''Muhakkak ki Allah, iyilik yapanlarla beraberdir.'' *28
إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنينَ.
''Cennettekilere şöyle denilir: İşlediğiniz amellere karşılık yeyin, için. İşte biz güzel amel işleyenleri, ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız.'' *29
İnsanın İhsân sahibi olabilmesi için:
Verilen görevi öğrenmeli ve bilmelidir.
Bu görevlerin inceliklerini kavramalı ve yapmalıdır.
Çalışmalarda bütün gücünü ortaya koyup, sonucu Allah'a havale etmelidir.
Yapacağı işlerde tembellik yapmamalı, ertelememeli ve „hele dursun" dememeli, titizlik göstermelidir.
Yaptığı işlerde ve her şeyde Allahın, her an kendisini gördüğünü unutmamalı, her işini sağlam yapmalıdır.
6-Kalp tezkiyesi ve nefis terbiyesine devam edilmelidir.
Büyük mutasavvıf İbni Ataullah el-İskenderî bu konuda şöyle demektedir:
''Suyu temizlemek istediğinde, temiz olmayan sebeplerin ona ulaşmasını önlersin. Beden organları da kalbe akan su kanalları gibidir.
Kalbine, bu organların yoluyla gıybet, söz taşıma, kötü söz, harama bakma gibi öldürücü kötülüklerin girmesine engel ol.
Kalbin nurlu hale gelmesi, aydınlanması; helal yemek, Allah'ı zikretmek, Kur'an okumak, mekruh ve haram olan şeylerden onu korumakla gerçekleşir.
Bu nedenle, bakışlarını ilim ve hikmetini artırmak için serbest bırak. ''Aynam paslı'' diyeceğine, ''gözüm hasta'' de.'' *30
''Ey Allah'ın kulu! Sen kendine bir şey alacağın zaman, güzel olanını seçiyorsun...Fakat Allah'a karşı olan hareket ve davranışlarında bu özeni hiç göstermiyorsun.
Çoğu kere iyisini seçeyim diye yirmi tane karpuzu elden geçirir, kontrol edersin. Sofrada bağdaş kurup oturur ve genellikle nefsin iyice tatmin olsun diye yemeği uzatırsın. Fakat sıra namaza geldi mi, horozun yem yemesi gibi onu geçiştiriverirsin. Bütün vesvese ve kötü düşünceler sana namazda iken gelir.
Bu durumdaki bir kişi, her taraftan mızrak ve ok yağmuruna tutulan kimseye benzer. Bu kimse akıl fukarası değil midir?
İlim öğrenir; fakat onunla amel etmezsen, zırh giyip de savaşmayan askere benzersin...
Senin kıymet ve değerin, meşgul olduğun şeyin kıymet ve değeriyle doğru orantılıdır. Bütün meşgalen sadece dünya ise, hiç bir değerin yok demektir.'' *31
''Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen, nefsin seni bâtıl ile meşgul eder.'' (İmam Şafii)
''İnsanları düzeltebilmeniz için, önce kendinizi düzeltmeniz gerekir.'' (Hz. Ömer r.a.)
''Cihad'dan ilk inkâr edeceğiniz şey, nefislerinizle cihad etmek olacaktır.'' (Hz. Ali r.a.)
Nefistir seni yolda koyan
Yolda kalır, nefse uyan.
(Yûnus Emre
Tarih: 2016-11-29 11:15:37 Kategori: Genel Kültür
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Davamız Ve Dava Şuurumuz Nedir
وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ.
''Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!'' *1
Bütün kainatta bir düzen ve bir nizam vardır. Bu nizam içerisinde yaratılan varlıklar, boşuna yaratılmamış, herbiri bir gaye ve hikmetle yaratılmıştır. Bu varlıkları dört gruba ayırmak mümkündür:
1-Cemâdât (Cansız Varlıklar):
Bunlar kâinatın alt yapısıdır. Herbirinin atomlarında, ne için yaratılmışlarsa onu yapan bir nizam vardır. Bu varlıklar; akıl ve şuur sahibi değildirler.
2- Nebâtat (Bitkiler):
Allah, sayısız bitki yaratmıştır. Bunların hücrelerinde verilen görevi yapma özelliği vardır. Herbiri bir derde deva için yaratılmıştır. Akılları ve şuurları yoktur.
3-Hayvanât (Hayvanlar):
Bunlar, akıl ve şuur sahibi değildirler. DNA'larında görev kodları vardır. Allah, bu üç varlığı insana hizmet için yaratmıştır. Âyet'te:
هُوَ الَّذِي خَلَقَ لَكُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء فَسَوَّاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ.
''O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı...'' *2
4- İnsan:
Eşref-i Mahlûkat'tır. Akıl ve şuur sahibidir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran üç temel özellik vardır:
a- Akıl: İman etmeyi gerektirir. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır:
رَّبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلإِيمَانِ أَنْ آمِنُواْ بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الأبْرَارِ.
''Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, 'Rabbinize inanın!' diye imana çağıran bir davetçiyi (peygamber'i, Kur'an'ı) işittik, hemen iman ettik...'' *3
b- İrade: Hakk'ı seçmeyi gerektirir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ.
''Biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi? Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi?'' *4
c- Sorumluluk: Kulluk yapmayı gerektirir. Âyette :
الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ.

Bunları da beğenebilirsiniz

BİR DEMET DUÂ 2 #wattys2016
Huzur_secde tarafından
9.7K 2.5K

Yazarlarla Röportaj (İslami)
MelikeSelen9 tarafından
7.9K 706

~ VE MASUMİYET ŞİARIMIZDIR ~
KalbiMahzun tarafından
5.7K 1.3K

Genç Kelâm
Gencinkelami tarafından
3.7K 1.1K

İslam Davetçilerine
KalbiMahzun tarafından
1.6K 397

''O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.'' *5
Allah, insanı yeryüzünün halifesi olarak yaratmış, akıl gibi büyük bir nimet vermiş ve ona iki de yol göstermiştir. Bu yollar:
a- Hak Yol: Rahman'ın yoludur. Doğruya, iyiye, faydalıya ve adalete götürür. Cennete ulaştırır. Bu, İslâm'dır.
b- Bâtıl Yol: Şeytan'ın yoludur. Yanlışa, kötüye, zararlıya, ve zulme götürür. Cehenneme ulaştırır. Bu da, İslâm'ın dışındaki bütün yollardır.
İnsan, iradesiyle bu yollardan birini seçme hürriyetine sahiptir. İsterse Hak yolu seçer, dünyada da âhirette de saadete ve mutluluğa ulaşır. İsterse Bâtıl yola tabi olur, dünyada da, âhirette de perişan olur.
وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ.
''Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edilenlerden olacaktır'' *6
Dâvâmız İslâm'dır. İslâm; hayatın ve hakikatin kendisi, huzur ve hürriyetin reçetesidir. İslâm; İnsanlığın, medeniyetin, saadet ve selametin tek rehberidir.
Kelime-i Tevhid (Lailahe illallah Muhammedün Rasûlullah), Hak yola, yani İslâm'a girişin ilk beyannamesidir.
Peygamberler, Tevhid inancının önderleridir. Her gelen peygamber, önceki peygamberleri tasdik etmiştir. Bunlara ''Silsiletü'l-Mutasaddikîn'' (Birbirlerini tasdik edenler silsilesi)denir. Peygamberler arasında çelişki yoktur.
Hakk'a tabi olmayan, Tevhid anlayışına sahip olmayan filozoflar ve felsefeciler birbirlerini yalanlamışlardır. İslâm alimleri, bunlara ''Silsiletü'l- Kâzibîn'' (Birbirlerini yalanlayanlar silsilesi) demişlerdir.
Kelime-i Tevhid, insan beyninde en büyük inkılaptır. Kelime-i Tevhid'in sosyal hayata yansıması ''Yaratılmışların hakkını Allah verir'' demektir.
Başkalarının hakkını yemek zulüm, hakkımızı yedirmek ise, zulme razı olmaktır. Halbuki Cenab-ı Hakk:
وَالَّذِينَ إِذَا أَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنتَصِرُونَ وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ وَلَمَنِ انتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِهِ فَأُوْلَئِكَ مَا عَلَيْهِم مِّن سَبِيل.
''Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar''...Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur'' *7 buyurmaktadır.
Resûlullah (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:
''Her kim zalime batıl bir davada, bir hakkı ortadan kaldırsın diye yardım ederse, Allah'ın ve Resûlünün himayesinden uzaklaşmış olur.'' *8
İki ilke vazgeçilmezdir. Bunlar:
a-Hukukun (Hakkın) üstünlüğü,
b-Nimet ve külfetin âdil paylaşımı.
Kelime-i Tevhid, bu iki ilkeyi teminat altına alır. Tevhid inancına sahip olan mü'minler olarak gayemiz, zulmü tanımak, tanıtmak ve paylaşımda adâleti sağlamak için çalışmalar yapmaktır. Çünkü iman; yeryüzünün hem imarına, hem ıslahına çalışmayı, hem de irfan anlayışına sahip olup, ibadet etmeyi gerektirir.
''Allah'a inandım de, sonra dosdoğru yürü!''
Hakikat sana teslim, imânından ötürü...
(N. Fazıl Kısakürek)
İmar: Yerzüzünün fiziki yapısını güzelleştirmektir. Diğer bir ifadeyle; yerzüzünde, insanın ömrünü huzurlu ve güven içerisinde geçirmesini sağlamaktır. Kur'ân-ı Kerîm'de:
هُوَ أَنشَأَكُم مِّنَ الأَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ.
''...O (Allah) sizi topraktan meydana getirdi, sizi orada ömür geçirmeye (yahut imara) memur kıldı...'' *9 buyurulmaktadır.
İrfan: Kişinin, yaratılış gayesinin bilincine varmasıdır.
İbadet: Allah'ın razı olduğu her söz ve fiildir. İbadetler, insandaki Tevhid ve adâlet duygusunu geliştirir. Rüku', kabuldür. Secde, söz vermektir. Yani, ''Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceğiz'' demektir.
Fâtiha, bütün peygamberlerin ortak duasıdır.
İki çeşit insan vardır:
1- Müsbet İnsan: İman eden, müslümanca düşünen, müslümanca yaşayan, müslümanca mücadele eden, hak yemeyen, hakkını yedirmeyen, muhasebesini yapan. Görevini yaparsa rahat ve huzurlu, yapmamışsa rahatsız olur. Bunlara ''MUSLİH'' denir. Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ
''Halkı muslih (ıslah edici) olduğu halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helâk etmez.'' *10
Allah'a iman, insanı müsbet hâle getirir. Kur'an'ın ifadesiyle bu insan;''Hayru'l-Beriyye''dir.
''İman edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.'' *11
2- Menfi İnsan:
İman etmeyen, şirk ve fesat içinde olan,haksızlık yapan, zulme sapan, muhasebe yapan ama isyan ve tuğyanda eksik bıraktığına üzülen. Bunlara da ''MÜFSÎD'' denir.
Şirk ve fesat, insanı menfi hâle getirir. Yine Kur'an'ın ifadesiyle bu insan da; ''Şerru'l-Beriyye'' dir.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أُوْلَئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ.
''Ehl-i Kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.'' *12
Peygamberler, yeryüzünün ISLAHÇI'ları; yani, ISLAH hareketinin önderleridirler. Onların karşısında olanlar ise, yeryüzünün İFSATÇI'ları; yani, İFSAT hareketlerinin önderleridirler.
Hz. Nuh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. İsmail (a.s.), Hz.Mûsa (a.s.), Hz. İsa (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.) ISLAH'ın önderleridirler.
Nemrut, Firavun, Harût, Ebu Cehil ve benzerleri de İFSAD'ın önderleridir.
Hz. İbrahim (a.s.); Nemrut'un, Hz. Mûsa (a.s.); Firavun'un, Hz. İsa (a.s.); Harut'un ve Romalı tüccarların haksız düzenlerini, Hz. Muhammed (s.a.v.); Ebu Cehil'in fesadını bitirmek için ve ıslah için mücadele verdiler.
Muslihlerin iki ıslah prensibi vardır:
1- Allah'tan başka ilah yoktur. Hakları veren-alan Allah'tır.
2- Yeryüzünü adâletle ıslah etmek esastır.
Müfsitler genel olarak iki ifsadı yaparlar:
1- İlah anlayışını değiştirirler. ''Allah var ama, seni O'na kim götürecek?'' diyerek putları icat ettiler. Ya da insanları büyüterek, ilahlaştırdılar, putlaştırdılar.
2- "Bölüşüm eşit olmaz. Egemenle köle aynı olmaz" derler.
Bu sebepledir ki, ifsatçılar:
İlimde, yalan-yanlışı,
Ahlâkta kötüyü,
İktisatta zararlıyı,
Siyasette zulmü ortaya koyarlar.
İşte bu, ifsat'tır. Bunu yapanlar da müfsit'tir.
Kur'an bunlar hakkında şöyle buyurur:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ أَلا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِن لاَّ يَشْعُرُونَ.
''Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, 'Biz ancak ıslah edicileriz' derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.'' *13
Islah ve ifsad, fiilde, yani eylemde belli olur. İfsad edenler, günümüzde zulüm ve haksızlıkla insanlığı perişan etmişlerdir.
Davamız; yeryüzünde, DOĞRU'nun, İYİ'nin, FAYDALI'nın ve ADÂLET'in hakim olması mücadelesidir. Yeryüzünde, dini, dili, ırkı ve rengi ne olursa olsun; hiçbir insanın haksızlığa uğramasına, malına ve canına kastedilmesine razı olamayız. Bulunduğumuz yerde, gücümüz oranında; zulme, haksızlığa ve günaha engel oluruz. Zulme, haksızlığa ve günaha yardımcı ve ortak olmayız. Baskıya, dayatmaya ve haksızlığa karşıyız. Çünkü;
"Zalimlerden medet umanların nasibi, zillettir."
Yeryüzünde iki görüş vardır:
1-Hak Merkezli Görüş (Tevhîdî -Dayanışmacı Anlayış)
2-Kuvvet Merkezli Görüş (Tağûtî- Dayatmacı Anlayış).
Hak merkezli görüşün temsilcisi peygamberlerdir. Kuvvet merkezli görüşün temsilcisi ise firavunlardır.
Davamızı insanlara tebliğ eder, ama onları kabul etmeleri için zorlamayız: Çünkü Rabbimiz:
فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ.
''O halde (Resûlüm), öğüt ver.Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin'' *14 buyurmaktadır.
Yani, "Ey Muhammed! Sen onlara hatırlat, öğüt ver ve korkut. Sen ancak bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat olmuş bir zorba değilsin" *15
Ayette geçen ''Musaytir'' kelimesi, ''Ensesinden yapışıp götürmek'' demektir. Diğer bir ayette ise şöyle buyurulmaktadır:
وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لآمَنَ مَن فِي الأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا أَفَأَنتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُواْ مُؤْمِنِينَ.
''(Resûlüm!)Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için onları zorlayacak mısın?'' *16
İnsanları inanmaları için zorlamak, bu âyetlere terstir. Çünkü hidayet Allah'tandır.
''İslâm'ı tebliğde muhatabımız istisnasız bütün insanlardır. Öyleyse, görüşü ve görüntüsü ne olursa olsun, davamız herkese anlatılmalı, davet her kesime yapılmalıdır. Tebliğ ve davet bizden, hidayet Allah'tandır.''
(Prof. Dr. Necmettin Erbakan)
2- Müjdeleyip, nefret ettirmemelidir. Çünkü Resûlullah (s.a.v.):
''Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz'' *17 buyurmaktadır.
3- İnsanlara karşı merhametli, af ve müsamaha sahibi olmalıdır.
Mekke fethedilince Resulullah (s.a.v.)'in yaptığı ilk iş, Kâbe'yi putlardan temizlemek olmuştu. Namaz vakti gelince Hz.Bilâl Kâbenin damına çıkarak ezan okumaya başladı. Mekkeli Attâb b.Esîd, ezanı duyunca öfkeyle şöyle homurdandı:
- Allah'a şükür ki babam hayatta değil! Hiç olmazsa şu bayağılığı görmüyor. Namaz kılındıktan sonra Peygamberimiz (s.a.v.), Mekkelilere şöyle seslendi:
- Ey Kureyşliler! Şimdi size ne yapacağımı sanıyorsunuz? Mekkeliler:
- Senden iyilik bekliyoruz. Çünkü sen, merhametli bir kardeş ve temiz yürekli bir kardeş oğlusun, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):
- Ben de size Yusuf peygamberin kardeşlerine dediği gibi: ''Size bugün hiç bir sitem, hiç bir ayıplama yok. Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir" *18derim. Haydi gidiniz hepiniz hürsünüz'' buyurdu.
Bu sözler üzerine Mekkeliler, sevinç ve heyecanla coşmuştu. Biraz önce öfkesinden deliye dönen Attâb, herkesten önce ileri atılmış ve müslüman olduğunu haykırmıştı. Hatta Peygamberimiz (s.a.v.), Mekke'den ayırılırken Attâb'ı Mekke'ye vali tayin etmişti. *19
Halbuki Mekkeli müşrikler, peygamberimiz (s.a.v.) ile alay etmiş, ona hakaret etmiş, işkence yapmış, aç bırakmış ve onu öldürmek istemişlerdi. Bütün bunlara rağmen O, Mekke fethinden sonra bunları unutmuş ve onları affetmişti. Bu güzel davranış karşısında bütün Mekke halkı müslüman olmuştu.
4-Dava mensupları, birbirlerine karşı rıfkla muamele etmeli, birbirlerinin ayıp ve kusurlarını değil, iyilik ve faziletlerini öne çıkarmalıdır.
Rıfk Sözlükte; "yumuşak davranmak, iyi muamele etmek" anlamına gelir. *20 Söz ve işlerde nazik ve yumuşak huylu olmaya ''Rıfk'' denir. Karşılığı sertlik ve kabalıktır.
Allah, kullarının birbirlerine karşı yumuşak ve nazik davranmalarını, kabalık ve sertlikten kaçınmalarını ister. Kur'ân-ı Kerîm'de:
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ.
''İyilik ile kötülük bir olmaz. Kötülüğü iyilikle karşıla. Böyle yaparsan, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost gibi olur...'' *21 buyurulmaktadır.
İnsan, yumuşak davranmak sayesinde en güç neticeleri elde edebilir. Kaba, sert ve düşmanca davranmak yüzünden de ulaşılması kolay olan şeyleri de kaybeder. Peygamberimiz (s.a.v.):
''Yumuşak huyluluktan mahrum olan, her türlü hayırdan mahrum olur.'' *22 buyurmuştur.
Rıfk, ahlâkî bir güzelliktir. Rıfk sahibi olmak:
Kırıcı olmamak,
Öfkesine hâkim olmak,
Kaba ve sert davranmamak,
Nazik olmak demektir.
Peygamberimiz (s.a.v.):
''Yumuşak huyluluk nerede bulunursa onu süsler. Hangi şeyden de kaldırıp alınırsa ona ar ve utanma sebebi olur'' *23 buyurmaktadır.
„Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır."
(Atasözü)
5-Bütün görevler ve çalışmalar ''İHSAN'' anlayışı içinde yapılmalıdır.
İhsan kelimesi, iyilik mânâsına gelmektedir. Asıl anlamı ise, bir ibadeti, bir görevi en güzel ve kusursuz bir şekilde yapmaktır.
İhsan kelimesi, Kur'ân-ı Kerim'de 12 âyette geçmektedir. *24
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ.
''Allah, adâlet ve ihsanı emreder...'' *25 buyurulmaktadır.
Bir gün Cebrâîl (a.s.), Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelmiş ve O'na, İman, İslâm, İhsan ve Kıyâmet hakkında sorular sormuştu. Cebrâîl (a.s.)'ın „İhsan nedir?" sorusuna Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle cevap vermişti:
''İhsan, senin Allah'ı görüyormuş gibi, O'na ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, şüphesiz ki O, seni görmektedir.'' *26
Bütün ibâdetler, işler ve ahlâkî görevler, ihsan anlayışıyla yerine getirilmelidir. İnsan:
Namaz kılarken,
Oruç tutarken,
Ders verirken,
Ders dinlerken,
Fabrikada çalışırken,
Fakire sadaka verirken,
Ailesine karşı görevlerini yaparken,
Allah yolunda çalışırken, kendisini Allahın huzurunda hissetmeli,
Allahın, kendisini devamlı gördüğünü unutmamalıdır.
Sonuç olarak ihsân:
Yaptığı her işi ve görevi sağlam yapmaktır,
İyilik yapmaktır,
Allah'ı görüyormuş gibi ibâdet etmektir.
Allah, ihsan sahiplerinin âhirette ulaşacakları mertebeleri bir çok âyette müjdelemiştir.
وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ.
''İyilik ediniz, çünkü Allah, iyilik ve ihsanda bulunanları sever.'' *27
وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ .
''Muhakkak ki Allah, iyilik yapanlarla beraberdir.'' *28
إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنينَ.
''Cennettekilere şöyle denilir: İşlediğiniz amellere karşılık yeyin, için. İşte biz güzel amel işleyenleri, ihsan sahiplerini böyle mükâfatlandırırız.'' *29
İnsanın İhsân sahibi olabilmesi için:
Verilen görevi öğrenmeli ve bilmelidir.
Bu görevlerin inceliklerini kavramalı ve yapmalıdır.
Çalışmalarda bütün gücünü ortaya koyup, sonucu Allah'a havale etmelidir.
Yapacağı işlerde tembellik yapmamalı, ertelememeli ve „hele dursun" dememeli, titizlik göstermelidir.
Yaptığı işlerde ve her şeyde Allahın, her an kendisini gördüğünü unutmamalı, her işini sağlam yapmalıdır.
6-Kalp tezkiyesi ve nefis terbiyesine devam edilmelidir.
Büyük mutasavvıf İbni Ataullah el-İskenderî bu konuda şöyle demektedir:
''Suyu temizlemek istediğinde, temiz olmayan sebeplerin ona ulaşmasını önlersin. Beden organları da kalbe akan su kanalları gibidir.
Kalbine, bu organların yoluyla gıybet, söz taşıma, kötü söz, harama bakma gibi öldürücü kötülüklerin girmesine engel ol.
Kalbin nurlu hale gelmesi, aydınlanması; helal yemek, Allah'ı zikretmek, Kur'an okumak, mekruh ve haram olan şeylerden onu korumakla gerçekleşir.
Bu nedenle, bakışlarını ilim ve hikmetini artırmak için serbest bırak. ''Aynam paslı'' diyeceğine, ''gözüm hasta'' de.'' *30
''Ey Allah'ın kulu! Sen kendine bir şey alacağın zaman, güzel olanını seçiyorsun...Fakat Allah'a karşı olan hareket ve davranışlarında bu özeni hiç göstermiyorsun.
Çoğu kere iyisini seçeyim diye yirmi tane karpuzu elden geçirir, kontrol edersin. Sofrada bağdaş kurup oturur ve genellikle nefsin iyice tatmin olsun diye yemeği uzatırsın. Fakat sıra namaza geldi mi, horozun yem yemesi gibi onu geçiştiriverirsin. Bütün vesvese ve kötü düşünceler sana namazda iken gelir.
Bu durumdaki bir kişi, her taraftan mızrak ve ok yağmuruna tutulan kimseye benzer. Bu kimse akıl fukarası değil midir?
İlim öğrenir; fakat onunla amel etmezsen, zırh giyip de savaşmayan askere benzersin...
Senin kıymet ve değerin, meşgul olduğun şeyin kıymet ve değeriyle doğru orantılıdır. Bütün meşgalen sadece dünya ise, hiç bir değerin yok demektir.'' *31
''Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen, nefsin seni bâtıl ile meşgul eder.'' (İmam Şafii)
''İnsanları düzeltebilmeniz için, önce kendinizi düzeltmeniz gerekir.'' (Hz. Ömer r.a.)
''Cihad'dan ilk inkâr edeceğiniz şey, nefislerinizle cihad etmek olacaktır.'' (Hz. Ali r.a.)
Nefistir seni yolda koyan
Yolda kalır, nefse uyan.
(Yûnus Emre
Tarih: 2016-11-29 11:15:37 Kategori: Genel Kültür
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx